Çarşamba, Temmuz 26, 2006

Sayın Oray EĞİN,

Akşam gazetesini doğrusu Engin ARDIÇ'ın yazıları için alırım, biraz da
Serdar TURGUT'un, zamanla sizin yazılarınızda dikkatimi çekti, ama, son
Zeynep ORALLAR iktidarı söyleminiz tam anlamıyla onikiden vurmak, ne
söylüyorsanız aynıyla vakidir, bunu herkes de bilir, bizim gibi orta
yaşlılar daha iyi bilir, artık internetle o iktidar yerle bir oldu,
kabullenemedikleri de o, vasatın şak şakçılığını yaptıkları gibi bu ülkenin
evrensel ölçekteki yazarlarına onların takımdan değilse asla yer vermediler,
merak etmeyin sağ dergiler de aynını yaptılar, iğrençti ama, yaptılar, hala
da dergiler de yapıyorlar, eğer hangi yayın organlarında güçleri varsa
yapacaklardır da. Ama, zaman şaşmaz ölçüsünü sürdürüyor, biraz vakit kaybı
oluyor o kadar. Dün Tanpınara ( Tanpınarla Kırtıpil Hamdi diye alay
ettiklerini, sanki mirasyedi zenginmiş gibi eleştirdiklerini, bekar hanlarda
tek başına kalan bir adama, maaşıyla ne zor geçindiğini mektuplarında
yazar ), Oğuz Ataya yaptılar, aynı familyanın adamlarıydı, bugün çoğunun adı
bile anılmıyor ama bu iki isim taş gibi duruyor. Bu ülkede sanat yapabilmek
için mutlaka bir kliğin adamı olmak zorundasın ya yok sayarlar, ya da en
kaba şekilde dışlarlar. Sağcısı, solcusu farketmiyor, zihniyet aynı.
Nesnellik, niteliğe saygı sıfır, onun için ORALLARIN meslek saygısı
hatırlatmalarının samimiyetine çocuklar bile kanmaz, kaldı ki onun kadar
yaşlı değilseniz bile yetişkinsiniz, giderek de daha yetkin olacaksınız.
Sorunuz harika 'NE KATTINIZ' ?
Bir AYHAN GEÇGİN den, HÜSEYİN KIRAN dan, Kemal BİLBAŞAR dan ben bahseden
duymadım, bu yazı daha uzar gider, çok haklısınız yıllarca yapılan bu
haksızlıkları yazmıyacaksanız, biz sizi niye okuyalım, kimse aptal değilki,
geçmişte de biliniyordu, ama, yazanın hayatını karartıyorlardı, İlhan SELÇUK
un Hasan CEMAL i Aydın Doğana şikayeti bile hakkında fikir verir, Zeynep
ORAL ıda gazetesine alması anlaşılabilir. Çok sesli ortamın daim olması
dileğiyle, yazılarınıza teşekkür ederim bir okur olarak.

Saygılarımla,

g.b.oflazoglu@...
Ne diyeyim... Zeynep Oral kimliğinde süper bir eleştiri.. Çok beğendim.. Bravooooo....

cenkerinan@...
Sayın Eğin Zeynep Hanımın konusunda yazdıklarınıza
tümüyle katılıyorum.Biz 68 liler özeleştiriyi bir
türlü öğrenemedik.Hep onların öngördiği sanatçılar
tanrılaştırıldılar.Nerdeyse Leyla Gencerin DİVA
olduğuna inandırılacaktık.Zaman içinde gelişen opera
beğenisi bunun doğru olmadığını gösterdi bana.Ama
zaman geçti,aldatıldık.Yeri gelmişken aynı adalı
olduğumuz rahmetli Reha Maden geçen sene başında sizin
için şu çılgın çocuk diyerek aynı fikirlerde
birleşmediğinizi ama beğendiğini
söylemişti.Saygılarımla.

ahmetoguzoglu@...
oray bey,
sizi ilk defa okudum. zeynep oral ile ilgili yazdıklarınızı çok beğendim. bu durum ve bu tür insanlar bu kadar iyi anlatılamazdı. teşekkürler.
Sevgili Oray,

Sn. Zeynep Oral hakkındaki yazılarının içeriğine tamamen katılıyorum.

Zira Sn. Oral'ın adı altında temsil edilen zihniyetin varlık sebebi, yaratmış olduğu katma değerin tümünün içi boş, yalnızca akbap / dost ilişkisinin zavallı katmanlarına sıkışıp kaldığı açıktır.

Kalemine sağlık, sırayla Kral çıplak diyorsun.

Teşekkürlerimle.

kocaaku@...
Oray Egin: 26.07.06 tarihli Aksam gazetseindeki yaziniz.

Sayin Egin,

Zeynep Oral`i tanimam. Gazeteciligini de sizin gibi ben de tutmam.

Ama yazinizda defalaraca Zeynep Oral`in "bize ne kattigini" sordugunuzu okuyunca ister istemez "Oray Egin bize ne katti" acaba diye düsünmeden edemedim. Siz de kendi capinizda iste o kösenizde bir zamandir yazisyorsunuz.

Sahi siz "bize ne kattiniz" ???

(Tutarlilik acisindan) acaba diyorum bir yazinizin son paragrafini bu konuya ayirsaniz da "bize ne kattiginizi" (düsündügünüzü) bir de sizden dinlesek.

Saygilar.

yrenda@...
Oray bey,

Zeynep hanım size iyi bir ayar vermiş. Hem de öyle ince felan değil okkalısından. İyi ki Medyatava var ve Oral’ın ne yazdığını öğrendik yoksa sizin ucundan köşesinden yontuğunuz kadarını okuyacaktık. Oral “ Diyarbakır’da kadınları örgütlemeye, Erzurum’da oyun izlemeye, Van’da konferans vermeye, Hakkari’de röportaj yapmaya , Artvin’e türküleri, tüm Karadeniz illerine mizahı araştırmak “ tan söz eder sen “o Erzurum’da oyun izledim diyor!” diye yazarsın.

Yakalandınız sayın Eğin.

Sürekli Kanyondaki veya Avrupadaki sinema vaya yemek içmek mekanlarından dem vurarak nasıl Anadoluluktan söz edersiniz. Resmen kapak oldu.

İyi günler.

yavuz.samiloglu@...
Zeynep Oral elestirilerinize katiliyorum. Cete
mantalitesi yayinevlerinden basliyor. Medyadan veya
gosteri dunyasindan kimseyi tanimayip parasi da
olmayan ve sadece hayal gucuyle yazma yetenegini
birlestirmeye calisan insanlarin ortaya cikmasina asla
izin vermiyorlar. Kendi islerine gelen ve kendilerine
dikte edilen kisiler yazar olarak pazarlaniyor. Sadece
tek basina ama iyi seyler de yazan birinin buralarda
hic sansi yok, cunku okumuyorlar bile gonderilenleri.
Zeynep Oral'larin gozunde yazar veya sanatci
sayilabilmek hanedanlik sistemine bagli sanirim,
saraya disardan kimse giremiyor:)

mbecan2001@...

Zeynep Hanım bize ne kattınız?

Ben Zeynep Oral’a hakaret etmedim, kişiliğine saldırmadım. Kendisini de tanımıyorum zaten. Belki tanışsak, beraber sinemaya gitsek, konser izlesek çok da eğleniriz. O ayrı konu. Sadece 33 yıl boyunca Milliyet’te çalışan, 40 yıla yakın gazetecilik yapan birinin bunca yıl bize ne kattığını merak ettim, sorguladım. “Meslek Yarası” isimli kitabında “Ben işten atıldım” diye ağlamasındansa bu bağlamda bir özeleştiri beklediğimi söyledim.

Ve bunun karşılığında ne yaptı Zeynep Oral? Beni patronuma şikayet etti. Dün, bir mail yazmış, bir kopyasını da Serdar Turgut’a göndermiş. Bir de talimat vermiş: “Dünkü yazınıza ilişkin yazdığım yazıyı önümüzdeki üç gün içinde köşenizde yayımlamanızı bekliyorum.”

Zeynep Hanım, bizi hep kandırdınız. Dün de kandırdınız. Üç gün bile beklemeden, kalkıp medyatava.com’a yolladınız yanıtınızı. Herhalde evinizde oturmuş, ne kadar güçlü olduğunuzu, nasıl kollarınızın her yana uzandığıyla övünüyorsunuzdur. Sizi yıllarca bu iktidarın, her şeyi yapabilme gücünün beslediğini biliyorum. Ama keşke birilerini “üstlerine” şikayet etme acizliğine düşmeseydiniz. Bir de anlasaydınız, o günler geride kaldı...

Oral’ın uzun yanıtını elbette okudum. Benim eleştirimin içinden birtakım açıklar yakalayarak öfkeli bir tonda ders vermeye çalışmış. Kutluğ Ataman’ın sergisini gezmiş ve yazmış (ben anlamadığını söyledim halbuki), bir kere Hakkari’ye gitmiş (büyük bir başarı!), Milliyet’ten atıldıktan üç sonra Cumhuriyet’te iş bulmuş, beş yıl boyunca birkaç kitap yazmış vesaire...

İşin özeti şu: Hep kendisinin haklı, kendisinin doğru olduğunu düşünüyor. Onda hiçbir kusur yok, haksızlığa uğrayan hep o. Genel tonlama bu. Okuduktan sonra düşündüm de, Zeynep Oral ne derse desin benim söylediğim hiçbir şeyin cevabını vermiyor, eleştirim geçerliliğini yitirmiyor. O ne kadar hataları alt alta sıralarsa sıralasın, şu gerçeği nasıl değiştirir: Zeynep Oral zamana yenilen, zamanında da haddinden fazla kıymeti bilinen, günümüze kendini adapte edemeyen, elitist, lobici ve kötü bir gazeteci.

Onunla başka bir dili konuşuyoruz. Ben zihniyet olarak Nişantaşı’nı kastediyorum (zamanında Orhan Pamuk’un “Nişantaşlı Orhan olmayacağım” diye isyan ettiği), o kendisinin Ortaköy ve Sultanahmet’e takıldığını söylüyor! Ben Anadolu’ya açmadığını söylüyorum, o Erzurum’da oyun izledim diyor!

İşte tam da bu dil farkı yüzünden zaten yıllarca Zeynep Orallar’ın iktidarı hayatımızı kararttı. Onu bugün “obselete” kılan da yeni bir dil konuşamaması zaten.

İnsanlar kötü çeviriler yüzünden nasıl iyi kitapları dil öğrenene kadar okuyamadıysa, Zeynep Oral da kıymeti kendinden menkul bir sürü ismin lüzumsuz yere pohpalanmasına vesile oldu. Hep beraber vizyonumuzu daralttılar, vasatı övdüler, bizi sanattan uzaklaştırdılar.

Bir daha söyleyeyim: Onlar için sadece kendilerinden vize alanlar önemli, kendi çevrelerindekiler sanatçı, kendilerine biat edenler kabul görebilirdi. Kim bilir, 30 yıllık Milliyet Sanat’ta kimleri kapıdan sokmadılar, kimlere duvar ördüler... Ben eleştirilerimi savunabilirim, ama onlar yaptıkları işlerin arkasında duramaz, sicillerini temizleyemezler.

Ben bekliyorum ki, bugün “İşten atıldım” diye ağlayan Zeynep Oral kendisine yakışanı yapıp bir özeleştiriyle çıksın karşımıza. “Hatalarım bunlardı” diye başlasın, bu arada teker teker benim yanlışlarımı düzeltirken de şu soruları atlamasın:

- Kendisinden önce de insanlar işten atılıyordu, o zaman neredeydi?

- Milliyet “babasının malı” mı ki oradan işten atılamayacağını düşündü?

- 33 yıl boyunca bize ne kattı?

- Türkiye’de sanatın bu kadar dışlanmasında hiç mi katkısı yok?

Ama bunların yanıtlarını da kendisinden beklemek bir yanılsama olur. Türkiye’de kim eleştiriye tahammül edebiliyor, kendine ders çıkartıyor da bunu Zeynep Oral’dan bekleyelim?

“Yazınızı önce şaşarak, okuduklarıma inanmayarak, sonra anlamaya çalışarak ve de gülerek, kahkahalarla okudum” diyor “Güzel” Zeynep. Gülmeye devam etsin. Ben eleştirmeyi sürdüreceğim. Zaten ters giden şeyleri eleştirmeyeceksek neden köşe yazarlığı yapıyoruz ki?

Salı, Temmuz 25, 2006

Ve Zeynep Oral'ın yanıtı

(Zeynep Oral aşağıdaki mektubun üç gün içinde Akşam gazetesindeki köşemde yayımlanmasını istemişti, ancak aynı gün içinde mektubu medyatava.com'a gönderdi ve orada yayınlandı. Bu durumda, cevabın köşede yayımlanma gereği ortadan kalkıyor.)

Meslek Etiği



24.07.2006 Tarihli Akşam’daki köşenizde “Zeynep Hanım bizi hep kandırdınız” başlıklı yazınızı, önce şaşarak, okuduklarıma inanmayarak , sonra anlamaya çalışarak ve de gülerek, kahkahalarla okudum.



Beni tanımadığınız, hiçbir kitabımı okumadığınız, Sivil Toplum Kuruluşlarındaki çalışmamı bilmediğiniz ortada. Hatta üzerine yazı yazdığınız “Meslek Yarası”nı dahi okumadığınız anlaşıyor. Okusaydınız , bir yazıda bunca çok bilgi eksikliği ve yanlış bulunmazdı.



Beni tanımanız, çalışmalarımı bilmeniz elbet şart değil. Ama insan hiç bilmediği bir konuda ya da bir kişi hakkında yazı yazmak zorunda da değil. Hadi diyelim, çeşitli nedenlerle, hakkımda yazmak arzunuzu engelleyemediniz… Ben olsam, önce araştırır, hakkında yazacağım insanın kitaplarını okur, sonra yazardım.



Yazınızda baştan sona her cümledeki yanlışları tek tek sıralamayı düşündüm önce. Ancak o kadar çok ki, hangisi düzeltsem … Hepsini düzeltmeye kalksam Akşam gazetesinin bir ek yayınlaması gerekir. Cevap hakkımı kullanıp bu yazımı köşenizde yayınlamanızı istediğimden, bundan vazgeçmek zorunda kaldım.



Meslek Etiği

Size yanıt vermemin temel nedeni, gelecekte olgunlaşmasını ve başarılı olmasını dilediğim bir meslektaşa gazetecilik, meslek etiği diye bir olguyu hatırlatmak. Bu meslekte etik, insanların birbirine saygılı olmayı gerektirir. Bu, eleştiri olmayacak demek de değildir. Ama eleştiri düşünce yazısıdır: Bir sisteme oturmalı, dayanağı olmalı, bilgiye, araştırmaya dayanmalı , referansları ortaya koymalı.



Yazınızda yanlışların birkaçını düzeltmekle yetineceğim:

“İşsiz kaldığı beş yıl boyunca”… Yanlış. (“Meslek Yarası”nı okusaydınız, bilirdiniz.) İşsiz kaldığım süre 3 aydır.



Beş yıldır tek malzememim işten atılmak olması :
Yanlış. 2001 Haziranından beri Cumhuriyet Gazetesinde çalışıyorum. Beş yılda binlerce yazı yazdım, yüze yakın kongreye katıldım, onlarca eğitim semineri , konferans verdim. Cumhuriyet’teki yazılarımla, tam işgalden önce Bağdat’ta “sokaktaki adam”ın sesini duyuran ; kısa bir süre önce stadyumlardan ve duvarlardan şiddet içeren “Cehenneme hoş geldiniz” slogan ve afişlerini kaldırtan bendim… ( Fazlasını söylemek bana yakışmaz , kişiliğime uymaz.)… Son beş yılda 400 sayfalık “Karanlıktaki Işık” adlı bir tiyatro kitabım ve fotoğraf sanatçısı Faruk Akbaş’la birlikte “İnsan Anadolu” kitabım yayınlandı. “Kadın Olmak” kitabımı güncelleştirdim. Biraz araştırsaydınız “tek malzememin” işsiz kalmak olmadığını öğrenebilirdiniz.



“Anladık ki Zeynep Orallar bizi yıllarca kandırmış”
diye başlayan, hani “Sesi olmayana ses sanatçısı , kitap yazmayana büyük romancı” dediğimi, yalnız Robert Kolej çıkışlıları kolladığımızı söylediğiniz bölümler : Haklısınız bir tek ses sanatçısı üzerine, üstelik yalnız yazı da değil, koskoca bir kitap yazdım. Bu kadar öfkeleneceğinizi bilmiyordum. “Tutkunun Romanı” kitabımda anlattığım Leyla Gencer’di …



Ah evet, 30 küsur yıldır birçok sanatçı, yazar, şair üzerine de ne çok , ne çok yazdım. Hakkında en çok yazdıklarım Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Azra Erhad, Nazım Hikmet, Bedri Rahmi, Melih Cevdet, Necatigil, Dağlarca, Gülten Akın, Aliye Berger, Abidin Dino, Avni, Balaban, Eren Eyüboğlu, Semiha Berksoy, Erol Akyavaş… Yüzlercesi, binlercesi üzerine yazdım! Meğer sizin deyişinizle “Üstelik bizim kültürümüz de değil, kaba bir Batı taklidi”ymiş hepsi. “Bu yüzden de Anadolu’dan kimsenin çıkmasına izin vermemiş”iz! Tanrım ne büyük gaflet içindeymişim: Ben onları yazdım diye (çünkü onlar Japonya’dan geldiler!) Anadolu’dan kimse çıkmadı!



Ah şu Anadolu düşmanı ben! Siz daha doğmadan önce yollara düşmemin cezası bu herhalde. Oralarda çalışmak için, sizin köşe yazarı olmanızı bekleyemedim: Diyarbakır’da kadınları örgütlemeye, Erzurum’da oyun izlemeye, Van’da konferans vermeye, Hakkari’de röportaj yapmaya , Artvin’e türküleri, tüm Karadeniz illerine mizahı araştırmak için gider misin! İşte sonucu! (“Bu Cennet Bu Cehennem” kitabımı bir karıştırıverin!)



“Zeynep Oral’ın Kutluğ Ataman’ın yaptığı sanatı anlayabileceğini, anlatabileceğini düşünebilir miyiz?”
diye soruyorsunuz .Keşke bunu önce Kutluğ Ataman’a sorsaydınız size yanıtı o verseydi. Ya da Cumhuriyet Gazetesinin arşivine girip, “Küba Libre”si için ne düşündüğümü bir zahmet öğrenseydiniz.



Hala Yıldız Kenter’e takılıp kaldığımı söylüyor; Zeki Alaysa, Göksel Kortay gibi sanatçıları “haddinden fazla değer biçilmiş” diye niteliyorsunuz. Türk Tiyatrosunun değerli sanatçılarına ilişkin sözlerinizi de meslek etiğine yakıştıramıyor, saygısız buluyorum. Üzüntüm, onlar için yeterince yazamamış olmak. Geçen Yıl “Gece Mevsimi” oyununu izlemiş; Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nu, Haldun Taner adını duymuş olmalıydınız oysa…



Milliyet Sanat Dergisi’yle ilgili düşüncelerimi “Meslek Yarası” kitabımda söylediğim için tekrarlamıyorum. (Sanat Dergisi’yle “parlayan” Halil Altındere'yi, Sunay Akın’ı, Küçük İskender’i ve daha nicelerini bilirsiniz herhalde…)



“Güzele 40 günde doyulur!”



“Oral’ın medyadaki varlığının tek sebebi güzelliğiydi.“
… Bu meslekte her gazetecinin varlığının bir nedeni elbet ki var. Kimi habercilikle, araştırmayla, analizlerle, kimi sağ sola hakaretle, sansasyon yaratarak, kimi düşüncesiyle, duyarlığıyla, kimi emeğiyle varlığını korumaya çalışıyor. Siz, benim var olma nedenimi sonunda araştırıp bulmuşsunuz! Tebrikler! Ama Anadolu’da bir laf vardır: “Güzele 40 günde doyulur!” 40 gündür değil, neredeyse 40 yıldır bu meslekteyim…



“Güzel kızların gazeteci yapılmasının başlangıcıydı o.” Benden önceki kadın gazetecilerin, o çok değerli ablalarımızın güzel olmadıklarını söylemek de etik açıdan yanlış, en azından saygısızlık…Bence hepsi çok güzeldi!



Nişantaşı’ndaki eski iktidarımı sürdürememem… Yanlış! Nişantaşı iktidarını ne yapayım. Benim hedefim Türkiye iktidarı! Küçük bir araştırma, Ortaköy ve Sultan Ahmet kahvelerini taşırdı yazınıza…(Sizde bir Nişantaşı takıntısı var!)



Size bir daha yanıt vermeyeceğim için bir temenniyle bitiriyorum: Bugün , 60 yaşımda, ben insanları sağcı - solcu; çok güzel - az güzel ; popüler –marjinal diye değil, insana, etik değerlere ve mesleğe saygılı olanlar ve olmayanlar, hoyratlığa, şiddete sarılanlar ve sarılmayanlar , vicdanının sesine kulak verenler ve vermeyenler diye ayırt ediyorum. Temennim o ki, siz de zamanla olgunlaşır, ileride bir gün, sizden sonraki “genç” gazetecilere, “Türkiye’de zeki, akıllı, adil, bilgece ve nitelikli gazeteciliğin” sizinle başladığını söyleme olanağı yaratırsınız…







Zeynep Oral.
Delikanlı,

Bir okurunuz değil, 'müşteriniz' olarak 24.07.06 tarihli “Zeynep Hanım bizi hep kandırdınız” başlıklı yazınız üzerine birkaç söz söylemek istedim.

Aynı yerde 30 sene çalışan insanların da kendini güncele adapte etmesinin zor olduğunu yazmışsınız. “Gazeteci”, herhangi bir işyerinde çalışan kişi değildir. Bu size öğretilmemişse hayırlı dolaşmalar dileriz.

Dergicilik, gazete yazarlığı beden enerjisiyle ilgili olsaydı, bu meslek sizin gibi neyi nasıl diyeceğini bilemeyen deneyimsiz gençlerle dolardı. Herhalde sırtında kameralarla dolaşan “muhabir” ile karıştırıyorsunuz. Söylediğiniz gibi, “kuvvetli bir haber ağına sahip olmak” esasında deneyim ve geçmiş gerektirmez mi?

Aynen “Kutluğ Ataman”ın sanatını anlamak için önce Yıldız Kenter’i anlamak gerektiği gibi. İnsan “okuma”ya önce klasiklerden başlar.

Televizyonla beraber, batan şey “elitizm” değil, “genel kalite düzeyi”dir. Tabii batanla beraber batılınca, insan battığının farkında olmaz.

Haddinden fazla değer biçildiğini söylediğiniz sanatcılar olmasaydı, bugünün haddini bilmeyen sanatcıları da olmazdı. Bizim kültürümüz değildi diyerek de; kültürün evrensel olduğunu dahi bilmediğinizi ortaya koyuyorsunuz.

Zeynep Oral’ın 30 yıldır yaptığı habercilik değilmiş. Öyle... Zeynep Oral meslekteki ilk yılları dışında haberci değildi ki? Yazar, eleştirmen ve yorumcudur. Hadi Zeynep Oral’ı bir kenara bırakalım, Milliyet Sanat bu memleketde bir “numunedir”. Hakkını yemeyin, ağabeylerinize sorun.

Sol görüşü eleştirebilirsiniz tabii ki. Ama kimin ne kadar solcu olduğunu sorgulamak öyle her babayiğidin işi değildir. Bu insanlar 70 leri-80 leri içinde yaşadılar. Solcu olmak sadece hapse girmek, sürgüne gitmek, kerpiç duvar önüne çömelip saz çalmakla mı tescil oluyor?

Zeynep Oral size ne bıraktı? Hiçbir şey tabii! Okuru müşteri olarak gören kişiye ne bırakılır. Onun bıraktıklarını alan aldı. Size kalmamış maalesef.

Medyadaki varlığının tek sebebi güzelliğiydi demekle, içinde bulunduğunuz mesleğe en büyük çamuru attığınızın farkındamısınız? Ne güzellikmiş bu ki, otuz yıl tükenmemiş...

12 Eylül’den sonra neredeydiye cevap; açın Barış Derneği davasının Sıkıyönetim Mahkemesi kayıtlarını da bakın. O yılları bir yetişkin olarak yaşamış olmanıza yaşınız elvermeyebilir. Ben de 1700 lerde yaşamadım, Fransız İhtilali’ne şahit olmadım. Ama okuyunca, ne olmuş, kim neredeymiş öğrendim. Siz de okuyunuz. Gençlik enerjiniz size yardım eder. Sakın kanmayın “kameraların her tarafa girip, gerçeği gösterdiği” yalanına. “Rating” ile “gerçek” arasında dağlar kadar fark var. Darfur’da ne olup bittiğini hangi kamera kime gösterdi? Mesela...

“Sanat”ın tekeli, mekeli, hiçbirşeyi Nişantaşı’nda olmadı. Sanat zannettiğiniz, Nişantaşı’ndaki iki-üç resim galerisi değildir üstad. Nişantaşı’nda elle tutulur tiyatro salonları bile olmadı. Bir tane Konak sineması vardı, o da kalmadı. Onu da ağabeylerinize sorun.

“Popüler” ile kol kola olan, popcu olur. Pop, bir eğlence türüdür. Sanatla ne alakası var beyim? Koskoca Beatles bile çıkıp, biz sanat yapıyoruz dedi mi? Şimdilerde, sahnede olan herkese “sanatcı” diyor ya kameralarınız, o sizi yanıltmış. “Sanatcı” ile icracı farklıdır. Halka yaklaşmakla, halkı çekmek arasında da dağlar kadar fark var. Yaşınız icabı gözleyememişsinizdir, yine öneri, okuyun. Türkiye’nin geldiği nokta “halk dalkavukluğu” sayesindedir.

Tahminen bir defa Zeynep Oral’a Nişantaşı’nda bir kahvede rasladınız. Tabii bilgileriniz sadece gözleme dayandığı için, onu hep orada oturup durur sanıyorsunuz. Kendileri Diyarbakır’da da şahsen tanınırlar. Hadi orada rastlama imkanınız yok ise, kendisinin gezi kitapları var, bir göz atın.

Doğal olarak, Zeynep Oral ve onun gibiler tasfiye oldukca; medya, bilgiden çok gözleme dayanan kalemlere kalıyor. Olsun, ne gam! “Müşteri” böyle istiyor.

Saygılarımla,

asudi@...
24 Temmuz 2006 tarihinde köşenizde Zeynep Oral ile ilgili yazınızı üzülerek okudum. Bence cok ağır ve haksız bir elestiriydi.
Zeynep Hanım'ın Türk Sanatı ve Edebiyatına verdigi emek gözardı edilemez diye düsünüyorum.
25 yasında bir genc olarak Kutluğ Ataman'ın tarzını da beğeniyorum, Fellini'yi de, Moma'yı gezmekten de büyük keyif alıyorum Met'i gezmektende..Gülriz Sururi'yi de beğeniyorum, Nurgül Yeşilçay'ı da.
Sanata karsı tavrımın ve tarzımın sekillenmesinde Zeynep Oral'ın yazılarının ve Milliyet Sanat'ın duruşunun çok katkısı oldu.
Zeynep hanımı muhafazar bir sanat anlayışına sahip diyerek tamamen yanlış bir biçimde değerlendirmişsiniz bana göre.
Ulusal bir gazetede kösenizin olması yazdıklarınızla insanları yanlış yönlendirme ve kafalarını bulandırma hakkını size vermez.

mervenim@...
Oray Bey
Medya patronlarına çağrı yazınısı rastlantısal olarak okudum. bir başka yazınızı okumak üzere akşam'ın sayfasına girdiğimde gördüm. bana göre bu son derece önemli olan bir konuya bir genç yazar olarak değinmeniz beni çok sevindirdi. Umarım bu uyarınız dikkate alınır. ben de zaman zaman türkçe konusunda cumhuriyet ve internet sitelerindeki sayfalarda benzer yazılar yazıyorum.
zeynep oral'la ilgili yazınıza gelince, bazı görüşlerinizle aynı çizgideyiz,ancak geçmiş kuşakların sadece geçmişte kaldığına dair değinmenelerinize katılmıyorum. geçmiş kuşağın bir önemli özelliği tüm değerleri geçmişte yaşayıp birikimlerine eklediği gibi, yaşadığı çağın güncelliğini de izlemesi ve ikisini yoğurabilmeyi başarabilmesidir. . Ben aslında bu eksikliği geçmiş kuşaklarda değil de gençlerde görüyorum. gençlerin günün hızlı değişimini izlerken geçmişin birikimleriyle hemen tüm ilişkilerini kopardığını görmek gibi...tabii bu sözüm bizim gibi hep güncelin içinde olan gazeteci yazar sanatçı ve benzeri meslek sahipleri için...ben de biraz geçmişten bugüne gelen eskimeyen gençlerden olarak bu görüşlerimi dile getiriyorum. umarım eleştirim sizi incitmemiştir..
zynebin kitabı ve bir başka babıali kitabıyla ilgili bir yazım olacak yazılarım zaman zaman cumhuriyette yayınlanıyor... rastlar da okursanız sevinirim..
Bu arada yazınızı bir başkasına göndermeyi denedim sitede sayfa görüntülenemiyor diye bir uyarı çıktı. nedenini biliyor musunuz ?

denizban@...
Oral ve şürekasının Türkiyedeki yerini bu kadar isabetli ve ayrıntılı değerlendiren başka bir yazı daha okumadım. Elinize sağlık.

bkaraoglu@...
Hele şükür. Bir yazı çıktı, Zeynep Hanım'ın ağlamalarıyla ilgili. DKM'de yazdığım "Bu mu Meslek Yarası" yazıma büyük tepki göstermişti. Bir yerden kovulmayı "tecavüze uğramış gibi" hissediyorsunuz. Sonra "yaralı" kitabınızı onca yayın evi dururken "Doğanlar"da bastırıyorsunuz.
Yav bu hayat gülünesi mi desem, ağlanası mı desem ne desem...
Zeynap hanım, atılır atılmaz bir internet sitesi kurdu ve ortalığı ayağa kaldırdı. Ne zamana kadar? Kapağı Cumhuriyet'e atana kadar.
İyi çalışmalar.

umitotan@...
Degerli Egin,

iyi kalpli Oral icin Milliyet'te olmasa da, Hürriyet'te münhal bir kadro buldum. Biraz "pantolon arayana, gömlek kakalamak" gibi duruyorsa da, hic yoktan iyidir, kanisindayim. Bakalim, begenecek misiniz?

"Mehmet Y. Yilmaz'la yine ayni cati altinda birlikte olmak; oh! Hayir, vallahi dünyada olmaz!" diyorsa, o zaman zirlamayi kessin! Onun yüzünden Ortadogu Savasi'na konsantre(!) olamiyorum.

Seyden bahsediyorum canim; Güzin Abla Sütunu'ndan... Dis güzellik deseniz, onda; kardiyal güzellik deseniz, onda... Ee, ne düsünüyorsunuz? Pas gelmez mi?


Esenlikler dilerim

akal.inter@...
Oray bey,

Zeynep Oral ile ilgili yazınızı okudum, eleştirilerinizin bir kısmına katılıyorum ancak Zeynep Oral’ın medyada yer alma nedeni sadece “güzel” olması mı? Zaynep Oral “Anadolu laflarını” bilmez mi? Sizi bu kadar kızdırmak için Zeynep hanım ne yaptı bilemiyorum ama yapmayın lütfen…

nozcan@...
Ustad,
Yazinizi okudum. Mukemmel bir yazi.
Tebrik ederim. Lafi bulandirmadan bu kadar acik yazi yazilir pes...

Saygilar,basarilar

altay.seten@...
her yazınız güzel, bu da fevkalade. saygılarımı sunmaltan kendimi alamadım.

laedri@...

Zeynep Hanım bizi hep kandırdınız

Zeynep Oral, 30 yılını verdiği Milliyet'ten uzaklaştırılmasını bir türlü içine sindiremedi, 2001 yılından beri sadece dert yanıyor. Edebiyat çevrelerinde 'Güzel Zeynep' olarak bilinen, tanıdıkları tarafından kalbi de kendi de 'güzel' diye anlatılan Oral şimdi de işten atılmasını kitaplaştırdı. Meslek Yarası'nda uğradığı haksızlıktan dert yanıyor.

İşin haksızlık boyutunu anlamak epey güç. İşverenin inisiyatifine kalmış bir karar sonuçta. Herkesi de üzer elbette. Ama yılların gazetecisi Oral'a beş yıldır aynı sebepten dolayı durmaksızın ağlamak yakışıyor mu, tartışılır.

İnsanların da miadı dolabiliyor, okurun, 'müşterinin', dönemin değişen taleplerine göre başka malzemelere, şahsiyetlere ihtiyaç duyulabilir. Aynı yerde 30 sene çalışan insanların da kendini güncele adapte etmesi epey zor.

Kaldı ki, dergicilik, gazete yazarlığı beden enerjisiyle de ilgili. 30 sene sonra birinin geçmişteki kadar kuvvetli bir haber ağına sahip olması, yazı peşinde koşması, telefonlar açması, koşturması o kadar da kolay olmayabilir. Gençlik enerjisi diye bir şey de var.

Bugün Zeynep Oral'ın Kutluğ Ataman'ın yaptığı sanatı anlayabileceğini, anlatabileceğini düşünebilir miyiz? O hala Yıldız Kenter'de kalmıştır büyük ihtimalle, oysa günümüz sanatı hem Kenter'in geçmişini bilip hem de bize MoMA'yı anlatacak kişilerin varolmasını şart koşuyor.

Kısaca 'Şimdi yeni sözler söylemek lazım' diye de özetleyebiliriz.

Oral'ın ve çevresinin içine battığı elitizm bugün geçerli değil. Televizyonla beraber bunlar yıkıldı, kameralar her tarafa girip gerçeği gösterince onun yazdıkları doğru değildi. Anladık ki Zeynep Orallar bizi meğerse yıllarca kandırmış. Mesela onlar için sadece Robert Kolej'den çıkanlar sanatçıydı. Zeki Alasya veya Göksel Kortay gibi haddinden fazla değer biçilmiş insanlar önümüze sürüldü. Sesi olmayana ses sanatçısı, kitap yazamayana büyük romancı dediler. Kopyacılara ressam, heykeltıraş damgası vurup önümüze sundular. Üstelik bizim kültürümüz de değildi, kaba bir Batı taklidiydi. Bu yüzden de Anadolu'dan kimsenin çıkmasına izin vermediler.

30 yıl boyunca Zeynep Oral'ın yaptığı bize yalan bir dünyayı anlatmak oldu. İşin garibi bu habercilik de değildi, zira haber doğruyu, yalın gerçeği kamuoyuna vermektir. Bu yüzden de marjinalleştiler, Milliyet Sanat dar bir çevrenin mektuplaşma mecraı oldu.

İşin garibi, kendilerini solcuyuz diye yutturdular ama solla uzaktan yakından alakaları da yoktu. Solu da bulandırdılar.

Bugün Zeynep Oral Meslek Yarası'nı anlatırken, aslında onun mirasını tartışmak daha doğru: Bize ne bıraktı? Açık konuşalım, Oral'ın medyadaki varlığının tek sebebi güzelliğiydi. Güzel kızların gazeteci yapılmasının başlangıcıydı o.

O yüzden de bugün yazdıkları, eleştirileri veya sanata etkisiyle değil sadece ağlamasıyla konuşuluyor. 30 yıllık bir gazeteci, işsiz kaldığı beş yıl boyunca bize yeni kitaplar, yeni dergiler, yeni açılımlar sunmak yerine sadece işten atılmasını anlattıysa bir sorun vardır ortada. Yoksa, tek malzemesi bu muydu?

Ben Zeynep Oral'ın kendi 'meslek yarası' açısından söz hakkı olduğuna da inanmıyorum. 30 yıl bir gazetede çalışan ve başına hiçbir şey gelmeyen birinin yetenekleri veya başarısıyla o süreyi doldurduğunu düşünmek pek mümkün değil. Ama daha önemlisi, 12 Eylül'den sonra veya 90'larda birçok kişi tasfiye edilirken, insanlar bina kartları iptal edilip başlarında güvenlikle masalarını boşaltmaya zorlanırken Oral'ın nerede olduğunu da sorgulama hakkımız var. Haklı olduğu tek bir nokta işine son veriliş biçimi. Ve maalesef Mehmet Y. Yılmaz bunu hep yaptı.

Peki, sadece Beyaz Türkler'in canı yanınca mı bu bir kitap konusu oluyor?

Oral'ın ağlaması ise tipik bir aydın tepkisi. Osmanlı Münevverleri'nden Cumhuriyet Aydını'na bir miras sadece ağlamak ve para istemek. Oral bu kadar haksız olduğunu düşünüyorsa beş sene boyunca örgütlü bir hareket başlatır, açlık grevi yapar, gazetecileri mücadeleye teşvik ederdi.

Ama benim anladığım onu en çok rahatsız eden işsiz kalmasından ziyade artık bir sanat tekeli olamaması, Nişantaşı'ndaki eski iktidarını sürdürememesi. Oysa o 30 yılda kafasını Nişantaşı'ndan biraz çıkarsaydı, sanat anlayışını kısıtlı bir çevreyle sınırlamasaydı, popülerden nefret etmeyip, halkı bu kadar uzaklaştırmasaydı - kim bilir...

Meslek Yarası'nda biraz da özeleştiri yapıp, toplumun sanattan bu kadar kopuk olmasında kendi sorumluluğundan da dem vursaydı keşke... Ama yapmadı, bu yüzden de kendi hayali dünyasının içindeki bu bu yaraya da üzülemiyorum.

Nişantaşı kahvelerinde oturmayı kendilerine rehber alanlar Türkiye'de cüceleşmeye mahkumdur. Ve Anadolu'nun güzel bir lafı vardır, Zeynep Orallar bilmez: Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.